10 Temmuz 2012

E'nin Gizemi...



 2044-İsviçre Alpleri-Zermatt


Bu küçük kasabaya yerleşeli çok olmamıştı. Başlangıçta biraz zorlansam da, içime giydiğim içlikler sayesinde soğuğa alışabildim. Buraya gelmekteki tek amacım kayak yaparken kaybolan insanları bulmak, yaza doğru karlar eridiğinde ortaya çıkan değerli eşyaların
sahiplerini bularak ödül avcılığı yapmaktı... Fakat kayak turnuvasının son günlerinde finale gölge düşüren bazı olaylar oldu. Önce kasaba merkezinde, dört gün sonra da Zermatt köprüsünün hemen dibinde gece vardiyasında öldürülen belediye işçileri hem halkı hem de turistleri tedirgin etmişti.




Herkes gibi ben de bu cinayetlerin kasabamızın ününe leke düşürmek isteyen kötü niyetli bazı turistler tarafından işlendiğini düşünüyordum. Bu yüzden turnuva bitip turistler evine dönünce hepimiz biraz rahatlar gibi olduk... Ta ki fırından taze tarçınlı çörek almaya çıktığım o sabaha kadar...


Bu seferki en kötüsüydü. Adam kafasına İkea malı 5’e5 JarBör sehpa ayağıyla vurularak öldürülmüş, kafası parçalanana dek dövülmüştü. Adamın her yerinde E harfine benzeyen morartılar vardı... Daha da korkunç olanı; cinayetin finallerden sonra gerçekleşmesi cani turist olasılığını ortadan kaldırıyordu. Katil içimizdeydi...











Bu işe burnumu sokmak istemezdim fakat böyle bir olayı çözmek yeni yerleştiğim bu kasabada beni meşhur edebilirdi. Kasabanın önde gelenleri ile toplaşıp olayı devraldım... Haberin yayılmasını istemediğim için de toplantıyı gizlice ve az sayıda insanla yaptım...




Yetkiyi alır almaz olasılıkları düşündüm. Katil gece işçilerinden ne istemiş olabilir ki? Cevabı düşünerek bulamazdım o yüzden kılık değiştirerek geceyi kasaba sokaklarınde geçirme kararı aldım.


Sabaha doğru gözlerim kapanmış, bankta uyandım. Belim tutulmuştu. Doğrulup gözümü açmamla kalabalığı fark etmem bir oldu. Hışımla yerimden kalkıp kalabalığı yardım.




Bir belediye görevlisi daha öldürülmüştü... Alnına vurulmuş, vurulan cismin de izi kalmıştı... Tıpkı Zorro’nun yaraladığı insanların üzerinde Z harfi çizmesi gibi, bu adamı öldüren cani de adamın alnına E harfini bir damga gibi basmıştı... Bu E ne labilirdi?

Sevdiği kızın adının baş harfi? Hayır böyle bir şey yapması mantıksız... Belki de katilin ismi E ile başlıyordur, buna arşivden bakabilirim. Belki de tek soru yüzünden üniversiteye giremeyen ve E şıkkını herkesin alnına damgalamak isteyen bir katil... E.. hepsi... Yok ya bu da çok saçma...

Kasaba arşivlerinden hem kasaba hem de kasabalılar hakkında veriler toplamaya çalıştım. İnsanlarla sohbet etmeyi ve onları gözlemlemeyi denedim...




Sonuç olarak şunu söyleyebilirim; Kasabanın kasabını işleten Ralf Hemnes bu iş iyapmış olamaz... Mesleği ile alakası olmayan bir mizaca sahip... kasabanın en zengin ailesinden kız almış bir kimse, bu adama güvenmeseler kız vermezlerdi... Ayrıca girdiğimde lemon tree çalıyordu...Fools garden dinleyen biri asla katil olamaz... Fakat Ralf’in oğlu Alvarez’e yakından bakınca boynundaki kızarıklıkları ve hafif morartıları fark ettim. Belki de biriyle boğuşmuştu, hatta belki de belediye işçileriyle... Olamaz mı? Olabilir... Fakat tam ben bunları düşünürken içeri giren sevimli kızın ‘Ralf Amca lütfen oğlunuza biraz izin verir misiniz, biraz kırlara çıkıp dolaşmak istiyoruz’ demesiyle morlukların sebebi anlaşıldı. Delikanlının bir yavuklusu vardı, olsundu, hakkıydı...

Kasabın ardından kasabanın kütüphanesine girdim ve orada bay Ludwig Karlstad ile görüştüm. Gitmişken kendime de bir kütüphane kartı çıkarttırdım... Aklıma gelen bir fikir üzerine tekrar dışarı çıktım.


Berberler haber alıp verme konusunda doğal bir yeteneğe sahip olduğundan  kasabanın berberi ile görüşmek istedim fakat Bay Olaf’ın dükkanına vardığımda  oranın unisex bir kuaför oldunu fark ettim.


İçeri girdiğimde çalan zil sesine Bayan Ursula yanıt verdi. Kendisi Bay Olaf’ın eşiydi... Uzun uzun konuştuk, bana birini ayarlayabileceğinden bile söz etti. Yanaklarım kızılcık şurubu gibi pembeleşince konuyu değiştirdim... Cinayet hakkında fazla bir şey öğrenemesem de kasabadaki bekar kızlar hakkında fazlaca bilgi aldım. İkram ettiği flädersaftı içip dışarı çıktım... Neredeyse herkesle konuşmuştum fakat tam eve gidecekken tepede gördüğüm ışığı yanan ev aniden dikkatimi çekti.


Uzun süren yürüyüşün ardından kapıya varıp çaldığımda bir süre beklemek zorunda kaldım. Tam vazgeçip geri dönecekken daha önce hiç duymadığım bir aksanla konuşan bir adamın sesini duydum; ‘Geldiim...’




Kısa bir beklemenin ardından kapıyı açtı ve kapıyı açmasıyla ‘Ne oldu heeh? Ne oldu!’ diye sorması bir oldu.
Aslında çok da yaşlı değildi fakat kafasındaki garip takke onu garip bir şekilde olduğundan yaşlı gösteriyordu. Beni içeri davet etmeye niyetli görünmediğinden ocağın üzerinde kaynayan suyu gösterip birlikte çay içebilir miyiz diye sordum. Homurdanır gibi olsa da kapısını geçebileceğim kadar araladı.  Bekar biri için oldukça düzenli bir evi vardı. Henüz uyandığından olsa gerek evin içini uyku kokusu kaplamıştı. Saa üçtü ve bu saatte birinin uykuda olması bana garip gelmişti.Çünkü kasabalılar temiz havanın da etkisiyle sabah erkenden kalkar ve bütün gün ayakta olurlardı...
Adam görünürdeki tek kupayı biraz yıkadıktan sonra ocağa yöneldi ve çaydanlıktaki kaynar suyu kupaya boşaltmak istedi. Fakat çaydanlıktan dökülen su kupanın yarısını bile doldurmamıştı. ‘Su kaynaya kaynaya bitmiş olmalı’ diye homurdandı. Koca demlik kaç saattir kaynıyordu acaba?

Ayakta kaldığımı görünce oturulabilecek tek yer olan yatağı gösterip ‘Ayakta kalma geç otur ben de yeni su koyayım’ dedi. Yatağa yönelmemle ayağıma takılan bir şey yüzünden yere kapaklanmam bir oldu. Kafamı yatağa çarpmaktan son anda kurtulmuştum. Gözlerimi açınca ayağıma dolanan şeyin bir kemer olduğunu gördüm. Fakat sıradan bir kemer değil...
Kemerin tokası bana kasabada işlenen cinayetlerin kurbanların başındaki E harflerini anımsattı... ve dikkatli bakınca da o olduğuna emin oldum. Gürültümü duyup mutfaktan apar topar gelen yaşlı adama ‘KATİL SENSİN’ diyerek yerden kalktım...  Hayretten elindeki çaydanlığı yere düşürdü. Hemen kendini savunmaya çalıştı ‘Ne alaka ya! Nerden katil ben oluyormuşum. Ne katili be!’


Kurbanlarını bu kemerle döve döve öldürüyordun, kemerin tokasıyla adamların başında çıkan E işareti... Cuk oturuyor. Ayrıca sabaha karşı işlediğin cinayetin ardından elbiselerinle  uyuya kaldın. Baksana hem ışığı açık unutmuşsun hem de kaynayan çaydanlığını... Kaynamaktan suyu bitmiş...


Her şey ortada fakat merak ettiğim bir şey var; NEDEN TEMİZLİK GÖREVLİLERİ!
Adam söylediklerimi kabullenmiş olacak ki gıkını bile çıkartamadı. Sonra bir sigara sarıp olanları anlatmaya başladı.
‘Konuşmamdan da anlayacağın gibi, ben buranın yerlisi değilim, bir göçmenim. Buraya otuz yıl önce geldim... Almanya’dan. Alman da değilim, Türküm. Almanyada sadece beş ay kalabildim. Maksadım akrabalarımla orada yaşamak, başıma gelenleri unutmaktı fakat
Almanyada o Almandan fazla Türk olduğu için kimliğimi saklamam imkansızdı...Buraya kaçtım ben de...’
Yalan söylemiyordu, aksine itirafın verdiği bir rahatlık vardı sesinde. Duvara yaslanmıştı bana da oturmamı işaret edip devam etti...
‘Bundan yıllar önce... Büyük bir hata yaptım. Arkadaşlarımla bir temizlik görevlisini kızdırdım, yaşıma bakmadan adamı dövmeye kalkıştım. O bana ‘OLUM BAK GİT!’ dedikçe belimden sıyırdığım kemeri daha hızlı savurdum... Defalarca tekrarladı aynı şeyi, yılmadım. Kemer belimden çıkmıştı bir kere, geri giremezdi. Üstelik arkadaşlarıma adamı döveceğime dair söz verdiğimden çoktan kayda başlamışlardı. Adam defalarca ‘OLUM BAK GİT’ dese de yılmadım, sonunda adamın sırtına vurdum kemeri, sonrasını hatırlamak bile istemiyorum... Adam kafamı iki metrelik süpürgesiyle yardı. Hastanede uyandım, kafam dikişle doluydu...’


Sanki savaş yarasını gösterirmiş gibi başından şapkasını çıkarıp kafatasında boylu boyunca uzanan şeridi gösterdi. Feci bir yarığa benziyordu, canının nasıl yandığını tahmin bile edemiyorum...


Sonrasında olaylar hızla gelişti. Vidyo internette müthiş bir hızla yayıldı  hatta haberciler benimle görüşmek iştedi. Bir iki tanesi ile görüştüm ama biraz zaman geçince hayatım zindana dönüştü. Yaşım ilerlemesine rağmen kimse beni ciddiye almadı, kız istemeye gittiğimde bile aldığım cevap aynıydı ‘OLUM BAK GİİT!’ Türkiyede daha fazla kalamayacağımı anlayınca amcamların yanına Almanya’ya kaçtım fakat oradaki Türklerin de bu vidyodan haberdar olduğunu hiç düşünmemiştim... Sonunda bir şekilde burayı buldum ama hayatımı mahveden bu olay içimde bir intikam isteği oluşturdu. Kendimi tutmayı denedim fakat turnuva haftası içtiğim sigarayı sokağı süpüren bir görevlinin kovasına atmak istediğimde beni tersleyince ilk cinayetimi işledim... Ardından da diğerlerini... Temizlik görevlisi değil mi.Hepsi aynı, Hepsi!


Şaşkındım ‘onu burda bırakmalı mıyım?’ diye düşünsem de vicdanım el vermedi. Pipomu yakıp önüme düşmesini söyledim... Galibiyet sevinciyle coşan iç sesim aynı şeyi tekrarlıyordu;
‘Ne oldu? Heeh? Ne oldu?’


iş bu hikaye cafcaf yaz sayısında yayımlanmıştır.
























Hiç yorum yok:

Yorum Gönder