14 Mayıs 2012

aay aay ay nusret


müzikle imtihanım hep zor oldu... hem bir dinleyici olarak hem de bir şeyler üretmeye çalışırken. birazdan anlatacağım hikaye daha ben çocukken, televizyonda ne çıkarsa onu dinlediğim zamanlarda başıma gelen bir şey... belki küçücük bir anı, ama emin olun zihnimde yaptığı deformasyon büyük... yarası saklı...


televizyon ne verirse onu dinlediğimiz, ulus müziğin şaha kalktığı dönemlerdi... zara peş peşe türkü albümlerini patlatıyor, ibrahim erkal 'canısı' ile yaptığı çıkışını 'sen aldırma' parçası ile taçlandırıyordu. henüz çocuktum ama klipteki yalnız kamyoncu rolü o kadar etkileyiciydi ki kamyon bulsam nakliye işine girer, eve rest çekip yollara düşerdim. bir de orhan hakalmaz vardı, iki keklik diye türkü söyler dururdu. sonra bir de doğuş... 





doğuş sahilde attığı taklaların meyvesini almış, hayvan gibi bir vücutla geri dönmüş, dönemin en popüler şirketi olan ulus müzikten albüm çıkarmıştı. albümün reklamı o kadar çok dönüyordu ki ister istemez bütün şarkıları ezberlemek zorunda kalıyorduk. işin kötü tarafı her parça yirmişer saniye veriliyor, böylelikle bütün albümden tadımlık bir mix, reklam olarak dönüp duruyordu. kısacası hepimiz her şarkının birazını bilirken hiç bir şarkıyı baştan sona söyleyemiyorduk... dilimize dolandığında da ortaya anlamsız, hüzünle karışık, yer yer hareketli bir toplama şarkı çıkıyordu... 


dalacak erik ağacının kalmadığı, top oynayacak kimsenin olmadığı, havanın da çok kapalı olduğu gudubet bir günde mücahit çıkıverdi. dikkatinizi çekerim, orhan değil, eren de değil mücahit... mücahit bambaşka bir çocuktu, onun çıkıp gelmeleri çoğu zaman enteresan olmuştur. bir keresinde ailesinin kumbarasını patlatmış, bir çocuk için hiç de az olmayan bir miktar parayı etrafındaki çocuklarla yemiş, çocuklarda onu uyarıp parayı eve götüreceklerine kuntizce davranıp diledikleri her şeyi aldırmışlardı... gofreti, cipsi, maketi... her şeyi... 


maketi yapmam için bana getirdiklerinde öğrendim bu durumu... maket kağıdında her zaman on farklı robotu bul, ve onları birbirine ekleyip en büyük robotu tamamla yazardı. aldığımız kutulardan da hep aynı robot çıktığından bir türlü onunu bir araya getiremezdik... ama mücahit o kadar çok robot almış ki sonunda hepsini bir arada görebilmiştim..


neyse efendim başka birgün de dut ağacından inerken gördüm onu. başı hafif eğikti, bakışlarını benden kaçırıyordu. bir türlü göz göze gelemiyorduk... bizim mücahitti bu ama bir değişiklik vardı yüzünde... ancak çok dikkatlice bakınca çözebildim olayı... yanakları al al olmuştu, ama utancından değil... ablası ve arkadaşları onu makyaj kobayı olarak kullanmışlardı üstüne üstlük yüzündeki allıkları silmeden salıvermişlerdi dışarı... orhan atasoy'un 'gemiler'i ve ünlü'nün 'rüya'sından sonra ilk kez makyajlı bir erkek görüyordum... irkilmiştim... diğer çocukların fark edip kahkahaları patlatmaları beni olası bir travmanın eşiğinden geri çevirmişti... 


gördüğünüz gibi mücahit'in gelmeleri hiç bir zaman normal olmamıştı. o yüzden son gelişinde de irkilmedim değil... yanlız oturmaktan sıkılmıştım. ne yapacağımı da bilmediğimden bisikletinle gezelim mi diye sordum. olur abi dedi... bisikleti bana verip arka tekerleğin gövdeyle buluştuğu yere ikinci bir kişinin basabilmesi için monte edilmiş ayaklıklara basıp sırtıma tutundu... başladım sürmeye... doğuş'un şarkısı dilime dolandığından yol boyu söyledim durdum, fakat reklamdan sadece çok az kısmını duyduğum için aynı şeyi tekrar ediyordum. mücahit durumu fark etmiş olacak ki 'abi biz aldık doğuş'un kasedini' dedi... ani bir fren yaptım, şaşırmıştım.  sonunda devamını merak ettiğim şarkıyı dinleyen biri çıkmıştı. radyolardan çekme şarkılarla idare eden biri için orijinal kaset almak saygı duyulması gereken bir hareketti. hemen ona sordum; 'şu şarkıyı dinledin mi? been been ben deliyiim tam tam tam deliyim'... 'evet abi' dedi, sevinmiştim. 'abi onun devamı ingilizce' dedi... iyice merak etmiştim fakat kaseti ödünç alıp dinlemem gibi bir şey söz konusu olamazdı. emanet vermek için değerli bir şeydi ki mücahitle o zamana kadar hiç bir alış verişimiz olmamıştı... taso oynadığımı bile hatırlamam. 


birden 'abi şarkıyı söyleyeyim istersen' dedi. 'olur söyle' dedim ama nedense bisiklette giderken söylemek istememişti. 'dursana abi' dedi. durdum, bisikletten indi, tıpkı bir assolistin şarkıdan önce moda girmek için kendini hazırlaması gibi, salınarak yolun kenarındaki dut ağacına dayandı ve moda girdi. resmen hazırlanıyordu şarkıya, kısa süre sonra başladı söylemeye... üstelik ilk kıtayı es geçerek, direk ingilizce sözlerden girdi;


aaay aay ay nusreeet ay ay aay nusreeet...


geçen 17 yılın ardından bu kadarını hatırlıyorum... söylemek istediği şeyin 'i, i, i'm insane' olduğunu daha yeni öğrendim... şimdi de edebi ağırlığı eti formdan fazla olmayan bu şarkıyı sizinle paylaşıyorum... 




2 yorum:

  1. o nasıl bi albüm kapağıdır ya:)) nusret süpermiş:)

    YanıtlaSil
  2. İyi güldüm gece gece:))

    YanıtlaSil